TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ

 

DOMATES İLE FÜZE ARASINDA TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ

 

BALKAR Yuvarlak Masa Toplantısı

Koordinatör/Moderatör: Doç. Dr. ALİ ÇAKSU

Konuşmacı: Av. Hulusi ÜSTÜN

 

Ali Çaksu:

Hulusi Üstün’ün takdimi: avukat yazar. 12 eseri var. Roman yazmış ve Büyükçekmece ve Beylikdüzü üzerine bölge araştırmaları yapmıştır. İngilizce, Rusça, Arapça, Farsça, Rumca ve Kafkas dillerini biliyor.

 

Hulusi Üstün:

Hukukçuyum, edebi, filolojik çalışmalar yapıyorum. Akademik bir sunuş yapamam. Farklı açılardan konuya bakmaya çalışacağım. Kendi penceremden Türk-Rus ilişkilerindeki temel kırılmalar nelerdir?

Türk-Rus İlişkileri 5 asır önce başladı tezine karşıyım. Çok ortaklıklarımız var. Anadolu’daki kültürün köprü konumunda olması nedeniyle doğu-batı sentezi olduğunu, Rusya’nın da daha özgün bir konumda olduğunu düşünüyorum. Kırım Hanlığı Rus derebeyliklerine akınlar yapıyordu.

Rusya, 1700’lerde Osmanlı karşısında bir politikası olan, ne yapması gerektiğini bilen bir devlet olarak kendini gösterdi.

3 temel alanda karşı karşıya geliniyor: 1- Balkanlar 2- Karadeniz hâkimiyeti 3- Kafkas coğrafyası. Bu çatışmalar Türkiye’deki insanların dörtte üçüne savaş acısını yaşatmış, yerinden yurdundan olmasına neden olmuştur. Kırım’ın elde edilmesiyle göçler başladı. Nihayet II. Dünya Savaşı sonrasında tehcir edildi. Kafkasya’daki Müslümanlar Kırım kaybedilişinden sonra taarruzlara maruz kaldı. 2 milyon insan Osmanlı topraklarına göç etti.

Üçüncü olarak 93 Harbi –ki Osmanlı’nın kanaatime göre sonunu getirdi- ile Osmanlı Balkanları kaybetti. Milyonlarca insan Anadolu’ya göç etti. JustinMcCarthy, %60 Müslüman oranının %8-9’a düştüğünü belirtiyor. Aynı savaşta, Azerbaycan’dan, Batum, Kars, Ardahan vs yerlerden de göç etmişlerdir.

 

 

Üstün: Türkiye’de tarihsel Rus algısı: “Urus-u menhus” (Uğursuz Rus)

 

Osmanlı’da “Urus-u menhus” (uğursuz Rus) diye bir kavram var. Ruslar sevilmiyor. Bunun farklı nedenleri var. 93 Harbinden sonra Osmanlı’nın yaşadığı bütün dağınıklığın acısı Ruslardan çıkarıldı. Ruslar çok olumsuz resmedildi. Benim çocukluğumda da her kötülüğün müsebbibi Ruslar gösterildi. Oysa Kurtuluş Savaşı’nın finansörü Rusya’daki Müslümanlar oldu. 1925’te bir Dostluk Anlaşması yapıldı. Rus karşıtlığı dini akımlar ve milliyetçi akımlar tarafından da desteklendi. 1990’da SSCB çökünce bu algı allak bullak oldu. Rus algısı değişmeye başladı. Siyasiler Rusya ile işbirliği yapmanın gerekliliğini anlattılar ve ilişkiler gelişmeye başladı. Özellikle enerji alanında ilişkiler gelişti.

Putin öncesi ve Putin sonrası diye iki dönem mevcut. Öncesinde Avrupa’ya yanaşma çabası oldu. Ama kolay olmadı. Putin’le Rusya “özgün kimliğimle var olacağım” yolunu benimsedi. Bu da Rusya’nın her zaman uyumlu politika takip etmesinin mümkün olmayacağı anlamına gelir.

SSCB içindeki kavimleri birbirinden koparacak bir sistem oluşturdu: dil, mezhep, etnisite ayrılıkları geliştirildi. Karabağ meselesi de bu şekilde gelişti. Türkiye, Azerbaycan’a destek olacağını belirtti. Gürcistan’da Abaza sorunu çıktı. Türkiye dengeli bir politika takip etti. Rusya’nın etkisiyle ayrı bir Abhaz Cumhuriyeti gelişti. Çeçen sorunu: Çeçenler bağımsızlık istediler. Rus ordusuna kök söktürdüler. Mashadov müzakere masasında Yeltsin’e “Sen benim karşımda oturacaksın” diye rest çekebilmişti. Bu Rusları çok rencide etti.

 

Üstün: Türkiye’deki Kafkas diyasporasının bir politikası yok!

 

Türkiye’de Kafkasya diasporası romantik hislerden besleniyor. Bir politikası yok. Türkiye, Rusya’da yaşayan Müslümanlara yönelik onları etki altına almak isteyen bir politika geliştiremedi. Çeçenistan meselesinde Türkiye’nin etkisini sınırlandırmak için PKK kartını oynadı. (Kürt kongresi düzenledi vs.) Rusya 70 yıl hakim olduğu Asya içlerindeki cumhuriyetlerde Türkiye’nin nüfuz oluşturması riskini görerek yumuşak karnını okşamaya başladı.

Geldiğimiz nokta itibariyle Türklerle Ruslar arasında binlerce evlilik yapıldı. Galata’da Rus kilisesinde birçok Anadolulu baba, elinde çocuklar, anneleri yukarıda ibadet ediyorlar.

“Toplumlar kaynaşıyor.” “Biz komşuyuz.” 93 Harbi, diplomatik bir manevrayla çıkmayabilirdi. Kuzey Kafkasyalı halklar Rusya ile bir lobi oluşturabilirdi.

 

Tartışma:

 

Prof. Dr. Cengiz Çağla: Rusya ile Türkiye ilişkileri hakkında ders açılabilir. Şu an yeniden bir Soğuk Savaşın arefesindeyiz. Son 16 yıllık Türkiye’nin Rusya politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Hulusi Üstün: 16 yıl öncesinde biraz daha Avrupa ve NATO merkezli bir bakıştı. Bu çok sağlıklı bir bakış değildi. Fakat kötü sonuçlar doğurmadı. 16 yıldır ise biraz daha NATO bakışından arî bir bakış var. Ama bence çok “bilge adam bakışı” değil. İyi niyetli ama ayrıntılı hesap edilmiş değil. Rusya’nın Kırım ve Kafkasya meselesinde bizim esamemiz okunmuyor.

 

Prof. Dr. Mehmet Hacısalihoğlu:Günümüzde vizyonda RedSparrow (Kızıl Serçe) isimli bir Amerikan filmi var. Bu filmde çok kötü bir Rus imajı çiziliyor. ABD’dek Rus imajının Türkiye’ye etkisi var mı?

 

Hulusi Üstün: Bence son zamanlarda fazla etkili olmuyor.

 

Prof. Dr. Mehmet Akif Okur: Ben farklı bir tablo görüyorum. Ruslar ile Türkler arasında bir rekabet var. Ruslar kazandığında Türkler kaybediyor: Orta Asya’da, Kafkasya’da vs. Suriye’deki işbirliğindeise Rusya’nın menfaatleri düzenlenirken Türkiye bir yer almaya çalışıyor. Daha önceden de böyle oldu. (Hünkar İskelesi vs.) Rusya’nın duruşu Türkiye’nin ve akrabalarının duruşu ile uyumlu olmadı. Rusya ile olan meselemiz jeopolitik dalgalanmaların oluşturduğu denklemlerle oluşuyor. Duruma göre olumlu, konjonktür değişimiyle çatışmacı bir durum ortaya çıkıyor.Şu an örneğin AfrinHarekatı devam ediyor. Rusya PYD’ye destek olsa ilişkiler tekrar bozulur. Ama ümidimiz Türkiye’nin komşuları ile ilişkileri iyi devam etsin.

 

Hulusi Üstün: Bu jeopolitik dalgalanmalar akıllı toplumlarda gelişmeleri tetikleyebilir. Rus tehdidi karşısında Meşrutiyet ilan edilmiş, NATO üyesi olundu. Batılılaşma sürecinde de Rusya’nın çok katkısı var. Tatar göçünden sonra İstanbullular sobayı tanıyor. Komşu ile olan dalgalı ilişkiler bizi ve politikamızı geliştirmeye hizmet etmeli.

 

 

Öğrenci: Kuzey Kafkas diasporasının tepkisini duygusal olarak değerlendirdiniz. Rusya, Kuzey Kafkasya’yı elinden çıkarmayı düşünür mü?

 

Hulusi Üstün: Türkiye’deki Kuzey Kafkasya lobisi saygıdeğer bir lobidir. 160 yıldır burada ve 5.-6. Kuşak hala Kuzey Kafkasya’yla ilgileniyorlar. Bu hassas duruşları önünde saygıyla eğiliyorum. Fakat bu toplum ilmi bir şekilde meseleye bakamıyor, duygusal bakıyor. O topraklardaki insanların kültürel gelişimi için çalışılmalı. Sürekli Rusya’ya soykırımı tanı deniyor. Tanısa ne değişecek? Soykırım mı, evet. Ama bunu Türkiye-Rusya arasındaki ilişkilerde sıcak bir sorun olarak tutmak doğru değil. Bu şekilde Kafkas diasporası Türkiye-Rusya arasında bir arabozucu, engel gibi görünüyor.Kuzeydoğu Kafkasya’nın Rusya’dan ayrı bir siyasi yer tutacağını düşünüyorum. Ama Kuzeybatı Kafkasya’dan asla çekilmez. Rusya çok kan döker. Tarihi Çerkes topraklarını terk etmeyeceğini düşünüyorum. Soçi Olimpiyatlarında Çerkeslerin dedelerinin mezarları üzerinde şenlikler düzenledi. Rusya için Kuzey Kafkasya Moskova kadar önemlidir, oradan çekilmez.

 

Öğrenci: Türkiye Çerkes Soykırımını kabul ederse ne olur?

 

Hulusi Üstün: Öncelikle soykırım hukuki bir meseledir. Çeçen nüfusunun dörtte biri savaş sebebiyle Çeçen Savaşlarında öldü. “Soykırım Endüstrisi” kimin soyunun kırıldığına bakar. Ölenler için “önemli” ve “önemsiz” ayrımı yapılır. Bu sebeple Kuzey Kafkasyalıların geçmiş temelli argümanlarla gelecek oluşturamayacaklarını düşünüyorum. Kuzey Kafkasyalılar hep hüzünlü geçmişleri üzerinden bir gelecek inşa etmeye çalışıyorlar. Ama bilimsel, reel verilerle bir gelecek kurulması gerekmektedir.

 

Öğrenci:Rus teknolojisinde sorunlar var. Peşin para alarak S-400 üretiyor. Yani Rusya’nın parası yok. Rusya, altından kalkamayacağı bir yükün altına girmiyor mu?

 

Hulusi Üstün:Türkiye, S-400’leri Rus bankasından aldığı krediyle alıyor. Bu Avrupa’ya karşı bir gözdağıdır. Göstermelik bir alışveriş gibi geliyor bana. Türkiye, ilk defa yüzünü Rusya’ya dönüyor.

 

Öğrenci: Eğer Rusya, özümüzde büyüttüğümüz kadar güçlü değilse Suriye’de nasıl bu kadar güçlü? Demek ki bu kadar zayıf değil. Bizim ülke politikası olarak Rusya’ya daha yakın olmamız gerekmiyor mu?

 

Hulusi Üstün: Devletler yalnızca silahla güçlü olmaz. Silah gücü, önemli sebeplerden biridir. 500 yıllık çok samimi bir emek kaynaklı bir büyüklük. Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaşması cevabı çok net olan bir soru değil. Türkiye’nin Avrupa’dan kopmaması gerekir. Avrupalı niteliğimizi bırakmamamız gerekir. Büyük devlet olmanın gereği; çoklu ilişkiyi reel politika ile mantıklı bir şekilde yürütmektir. Türkiye’nin Arap Baharındaki tavrı, bence iyi hesaplanmış değildi.

 

Öğrenci: Türkiye, NATO ve Rusya arasında nasıl bir konumda durmalı?

 

Hulusi Üstün: Bu coğrafyada yaşayacağımız için ilişkileri ona göre değerlendirmemiz gerekir. Bu coğrafyada yaşamanın bir kirası var. Türkler tarih bilmiyorlar. Türkiye’de tarih, masal gibi biliniyor. Hâlbuki tarih, suyun akış yönünü belirlemek içindir.

 

Ali Çaksu: Rusların, kendisini nasıl Doğulu olarak gördüğüne şaşırmıştım. Rusların Doğulu olma bilinci devam ediyor mu?

 

Hulusi Üstün: Batı kavramı, Eski Yunan, Mısır, Yahudilik geleneğinden gelmektedir. Rusya, bu bölgelerin etki alanında değil. Sürekli olarak doğudan göçler aldı. “Rus’u kazısan altından Tatar çıkar” sözüne benzer birçok ifade var. Diğer taraftan Rus düşüncesi var. Tolstoy gibi yazarların bulunduğu rafine bir Avrupa düşüncesi de var. Fakat Rusya’nın doğusu bomboş. Avrupa’da yeri olmadığını biliyor. Avrupa’ya girmek için yüksek rekabet var. Doğu boş, buraya girmek daha kolay.

 

Doç. Dr. Ali Çaksu: Putin’in kimlik konusunda “Rus” yerine “Rusyalı” kavramını, devletin adı konusunda ise “Rus” yerine “Rusya” kavramlarını kullandığı söyleniyor. Bir tehdit mi var?

 

Hulusi Üstün: Türkiye’de de benzer tartışmalar oldu. Rusya’da etnik Rus oranı düşüyor. Rusya dışına büyük göç yaşandı. Hukuki güvenliğin olmaması sebebiyle de hala büyük bir göç mevcut. Rus olmayan toplulukların sayısı daha fazla artıyor. 50 yıl sonra Rusya’da Rusların nüfusunun 100 milyonun altına düşeceği tahmin ediliyor. 50 sene sonra etnik özellikler daha önemsiz olacak diye tahmin ediyorum.

 

Rapor: M. Hacısalihoğlu

Redaksiyon: Zeyneb Gökçe, Aslıhan Alkanat