BALKAR YUVARLAK MASA TOPLANTILARI I
TÜRKİYE VE YUNANİSTAN’DA PAYLAŞILAMAYAN MİRAS:
KAHVE, BAKLAVA, YOĞURT
KONUŞMACI: YRD. DOÇ. DR. ESRA ÖZSÜER
TOPLANTI KOORDİNATÖRÜ: Doç. Dr. Ali ÇAKSU (YTÜ Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi / BALKAR Müdür Yardımcısı)
“Food Nationalism” Yiyecek Milliyetçiliği Konusu bir süreden beri ilgi duyduğum bir konu. Bu konuda bir makale çalışması yaptım. Şimdiye kadar Türkiye’de ihmal edilmiş bir konu olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle Sayın Yrd. Doç. Dr. Esra Özsüer’in konuşması özellikle önem taşımaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Esra ÖZSÜER (İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü):
“Food Nationalism” konusunun önemini yakın bir geçmişte fark ettim. Bu konu, Ali Bey’in ifade ettiği gibi, Türkiye’de pek çalışılmamış bir konudur.
Yunanistan’da ve Türkiye’de kahve, baklava ve yoğurdun kime ait olduğu hep tartışılır.
19. yüzyılda Yunanistan’ın ulus kimliğini inşasında “Turkokratia” (Turk = Türk; kratia = egemenlik, yani Türk Egemenliği) 400 yıllık kölelik olarak anlatılır. Geleneksel kıyafetlerinde giydikleri eteğin 400 pilesi, 400 yıllık esareti simgeler. Fakat son yıllarda Türkiye ile ilişkiler konusunda Syriza’nın attığı olumlu adımlar var. Ondan önce İsmail Cem ve Papandreu’nun arasında yürütülen “Sirtaki Diplomasisi” ilişkilerde yumuşama için bir başlangıç olmuştur.
1832 yılında karşımıza sınırları çizilmiş bir Yunanistan çıkıyor ve Yunanistan kendini Rum ya da Grek olarak değil, “Helen” olarak tanımlıyor. Tarihini inşa ederken ise “Antik Yunan”e merkeze alan bir kurgu kullanmıştır.
Yunanistan’da uzun yıllar boyunca Osmanlı-Türk karşıtı eğilim devam ederken öte yandan da kültürel kültür ögelerine sahip çıkma ve onların Yunanlıların öz kültürünün bir parçası olduğunu savunma yoluna gidilmiştir.
Yunanistan’da aslında kahvenin Bizans’tan geldiği iddia edilmeye başlandı. Yunanistan’daki kahve kültürüne bakacak olursak; kahveyi daha az kavurduklarını görüyoruz. İstanbul’daki “Kuru Kahveci Mehmet Efendi” kahve konusunda ne kadar meşhursa, Yunanistan’da da “Loumidis” markası meşhurdur. Burada sıcak kumda kahve pişirme geleneği var. 2015’te ise Arçelik Yunanistan’a kahve pişirme makinesi ihraç etmeye başladı.
Farklı bir kahve türü olan Frappe, Selanikli birinin kahveyi sallarken köpürdüğünü fark etmesiyle icat ettiği bir kahvedir. Soğuk kahve Frappe, Yunanistan’da yaz-kış içilmektedir.
Baklava ise Yunanistan’da “mpaklavas” adını taşır. Cevizli, bal ve kremayla yapılmaktadır. Bu baklava, aşırı şekerli ve şerbetlidir. Aynı zamanda çok yağlı ve kremalıdır.
Yunanistan’daki diğer paylaşılamayan mutfak mirasına bakacak olursak; “kadayifi”, mpaklavas (baklava), dolmadaki (yaprak sarması), kebap, tilihto (dürüm) ve simit gibi yiyecek türlerini görebiliyoruz. Bunlar, Anadolu’dan göç edenlerin getirdiği bir mirastır.
Türk geleneklerinin bir parçası olduğunu kabul ettiğimiz “Karagöz - Gölge Oyunu” ise “Karagiozis” adıyla Yunanistan tarafından sahiplenilmektedir. [Hatta Yunanistan’daki Karagiosiz Türklere karşı mücadele eden bir Helen olarak takdim edilir. Raportörün Notu].
Türkiye ve Yunanistan arasındaki bu paylaşılamayan miras için olumlu bir adım sayabileceğimiz, Engin Akın ve Mirsini Lambraki’nin birlikte yazdığı “Türk-Yunan Mutfağı: Aynı Sofrada İki Ülke” isimli kitap ilgi çeken bir gelişme olmuştur.
Kimlik meselesi, ancak bir öteki oluşturarak inşa edilir. Yiyeceklerin Yunanistan ve Türkiye arasında bir tartışma sebebi olması da bu ötekileştirmenin bir parçasıdır.
Yrd. Doç. Dr. Esra ÖZSÜER’in konuşmasının ardından tartışma kısmına geçildi:
Prof. Dr. Mehmet Akif OKUR (YTÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı):
Yunanistan’ın öne sürdüğü Osmanlı hakimiyetinde 400 yıllık kölelik ve tartışma konusu olan bu yemeklere sahiplik iddiaları birbirini çürütmektedir. Çünkü, “kölelerin” tüm bu [lüks] yiyecekleri denemesi ve sürekli olarak yapması mümkün değildir. Bunlardan ya birincisi yanlıştır ya da ikincisi, yani ikisinin aynı anda doğru olma olasılığı yoktur.
Prof. Dr. Nevin COŞAR (YTÜ İktisat Bölümü):
Selanik’te bir sanat müzesinde burada sunduğunuz bu “yiyecek milliyetçiliği” problemini gözlemledim. Fakat birçok yiyeceğin Türk ya da Yunan olduğunu savunmak çok da doğru bir yaklaşım değil. Çünkü Anadolu bir çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır ve bir çok yiyecek bu medeniyetlerin mirası olarak ortaya çıkmıştır.
Prof. Dr. Mehmet HACISALİHOĞLU (BALKAR Müdürü):
Kahvenin kullanımı, 16. Yüzyılda Osmanlı’dan Avrupa’ya doğru yaygınlaşıyor. Fakat, Osmanlı üzerinden kahveyle tanışan kolonyal güçler kahve üretimi ve ticaretini ele geçirmemişti. Artık kahve Atlantik okyanusundaki adalarda, Güney Amerika’da vs. üretilmeye başlandı. Kahve kolonyal ticarette o kadar önemli bir hale gelmişti ki Napolyon’un İngiltere’ye karşı uyguladığı ambargo döneminde (1807-1815) kahve yasaklanmıştı.
Yunanistan’ın kahve, baklava ve yoğurt gibi yiyecekleri sahiplenmesi konusunda ayrıca şu noktaya dikkat çekmek isterim. Yunanistan’da ve Bulgaristan’da coğrafyayı millileştirmek için Türkçe yer isimleri değiştirilmiştir. Fakat her ne kadar baklava, kahve, yoğurt gibi yiyeceklere sahip çıkıyorlarsa da isimleri (Elliniko kafe, mpaklavas, yaurti) değiştirilmemiş ve yasaklanmamışlardır.
Nezaket YILDIZ (YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sekreteri):
Mısır Çarşısında Uğur Atik, kahve konusunda Osmanlı kültürünü yaşatan önemli bir örnektir. Kahve fincanları gibi nesneler kahvenin ilk kültürünü yaşatmaktadır.
Ayrıca sormak isterim, Türkiye milli yiyeceklerimize sahip çıkmak için neler yapmaktadır?
Doç. Dr. Ali ÇAKSU: Türkiye’nin Yunanistan ile arasındaki paylaşılamayan bu miras konusunda attığı bir adım; 2003’te UNESCO’ya başvurarak, Türk kahvesi ve lokumu kendi mirası olarak, patentini alması olmuştur. Bu durum ise Yunanistan’da çok büyük tepkilere sebep olmuştur.
Londra’da kahve, başlangıçta “gavur içeceği” olarak kötülenmiştir. Buradan da anlaşılacağı gibi kahve ve siyaset her zaman iç içe olmuştur. Osmanlı’da başlarda, hamamlardan ve kahvehanelerden siyaset yayılıyor. Yöneticiler, ulemaya baskı yapıp kahveyi yasaklamaya çalışıyor. Ulema ise kahvehanelerde siyaset konuşulduğu için yapılan baskılar sonucunda “meyhaneye gitmek, kahve içmekten daha iyidir” diyerek kahveyi yasaklamak istiyorlar. Kahve, siyasetle iç içe geçmiştir. Bunun haricinde, kebap da tepki çekmektedir. Günümüzde “Kebabisation” diye bir kavram ortaya çıkmıştır. Bu yiyecek ve içecekler, İslamiyet ile bağdaştırıldığı için İslamofobi’nin bir sonucu olarak bu şekilde tepki toplamaktadır. Fakat bu durum İstanbul’da da olmaktadır. Başlangıçta lahmacun da İstanbul’da benzer tepkiler almasına rağmen, günümüzde daha rağbet gören bir yiyecek olmuştur. Bu örneklere de bakarak siyaset ve yiyecek doğrudan ilişki içerisindedir.
Programımız öğrencilerden gelen birkaç sorunun açıklanmasının ardından tamamlanmıştır. BALKAR Müdür Yardımcısı Ali Çaksu’nun koordinatörlüğünde Yuvarlak Masa Toplantıları devam ettirilecektir.
Rapor: M. Hacısalihoğlu
Redaksiyon: Aslıhan Alkanat